Semazenler törenleri her gün gerçekleşmele birlikte kışın 18:00 yazın ise 21:00 başlar. Bütün tören yaklaşık bir saat sürer ve tören sonrasında değerli konuklara şerbet ikram edilir. Turtle Tours seyahat acentesi olarak konakladığınız otelinizden (Göreme, Ürgüp, Avanos, Ortahisar) gidiş-dönüş transferinizi gerçekleştiriyoruz.
Sema gösterisi kişi başı 100 tl dir. Transfer dahildir fiyat en az iki kişi için geçerlidir.10 yaş altındaki çocukların töreni kabul edilmeyecektir. Bu tören sırasında fotoğraf çekmek yasaktır. Tören sonunda fotoğraf çekmek için belirli bir zaman verilecektir.
Rezervasyon için iletişime geçebilir ayrıca detaylı bilgi sayfamızda mevcuttur.
Semâ, Türk tarihinin an'anesinin, inançlarının bir parçası olup Hz. Mevlânâ (1207-1273) ilhâmıyla oluşmuş ve gelişmiştir. Kemâle doğru manevî bir yolculuğu (Mirâcı), bir gidiş-gelişi temsil eder.
Semahanelerde neyzen, kudümzen, naathan, ayinhanlar " Mutrıp " adı verilen müzik grubunu oluştururlar. Mevlevihanelerde, sema mukabelesi sırasında bu müzik grubunun çalıp söylediği, Mevlevi bestekarlarca semaya eşlik amacıyla bestelenmiş eserlere Mevlevi ayinleri denir. Bu eserlerin ana bölümleri Mevlânâ'nın Mesnevi veya Divan-ı Kebir'inden alınmış Farsça şiirlerden bestelenir. Bu müzik, Türk Musiki tarihi açısından çok önemli bir fonksiyon üstlendiği gibi dünyada SUFİ müzik tarzının özelliklerini iyi korumuş beste ve icra fonudur.
Semahaneye girişin tam karşısında Şeyh Postu bulunur. Post ile giriş arasında olduğu var sayılan " Hatt-ı İstiva " denilen kutsal çizgi semahaneyi iki yarım daireyi böler ve semazenler bu görünmez çizgiye basmadan ve sırt çevirmeden karşıya geçerler. Kırmızı renkli post en büyük manevi makamdır, rengi ile doğuşu ve var oluşu temsil eder. Mutrıp ve semazenler Şeyp Postunu selamladıktan sonra yerlerini alırlar ve Semâ Töreni başlar.
Semâ 7 bölümdür. Her bölümünün ayrı bir ma'nâsı vardır. Semâ'yı ilmî yönden tetkik ettiğimizde, şunu görürüz; Var olmanın temel şartı dönmektir. Varlıklar arasındaki müşterek benzerlik, en ufak zerreden en uzak yıldızlara kadar her birinin bünyesini teşkil eden atomlarındaki elektron ve protonların dönmesidir. Her şeyin döndüğü gibi, insanoğlu da bünyesini teşkil eden atomlardaki mevcut dönmelerle, vücudundaki kanın dönmesiyle, topraktan gelip toprağa dönmesiyle, dünya ile beraber dönmesiyle tabiî ve şuursuz olarak döner. Ancak insanı öbür varlıklardan farklı ve üstün kılan şey aklıdır. İşte, dönen SEMÂZEN varlıkların müşterek hareketine, semâıyla beraber aklı da iştirak ettirir.
- SEMÂ, kulun hakikât'e yok oluşu ve olgunluğa ermiş, kâmil bir insan olarak tekrar kulluğuna dönüşüdür. Bütün varlığa, bütün yaratılanlara yeni bir ruhla, sevgi için hizmet için dönüşüdür. Semâzen hırkasını çıkarmakta, manen, ebedî âleme, hakîkate doğar, orada yol alır. Başındaki sikkesi (nefsinin mezar taşı), üstündeki tennuresi (nefsinin kefenidir). Kollarını çapraz bağlıyarak, görünüşte BİR rakamını temsil eden, böylece Allah'ın birliğini tasdik eden Semâzen, Semâ ederken, kolları açık, sağ eli dua edercesine göklere, Hak gözüyle baktığı sol eli yere dönüktür. Hak'tan aldığı ihsanı, halka saçmasıdır. Sağdan sola kalbin etrafında dönerek, bütün insanları, bütün yaratılmışları, bütün kalbiyle sevgi ve aşkla kucaklayışıdır.
İPEK YOLUNDA BİR NOKTA
Medeniyetler beşiği Anadolu’nun ortasında ıssız bir vadide asırlardır ayakta duran bir kervansaray: SARIHAN KERVANSARAYI ( SARUHAN ) , “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları” Statüsündeki, Sultan II. İzzettin Keykavus tarafından 1249 tarihinde yapılmış, 756 senelik bir Selçuklu eseridir. Toplam 2000 m2 alan üzerine oturan bu monümental Kervansaray, klasik Sultan hanları plan-formunda olup, yazlık ve kışlık kısımlardan oluşur. Giriş eyvanı üzerinde Mescidi, geniş bir avlusu, girişin solunda çeşmeli bir revak, avlu çevresinde, beşik tonozlarla örtülü 6 odası, 5 sıra ayak üzerine oturan revakları, kapalı kışlık bölümü ve panoramik terası bulunur. SARUHAN KERVANSARAY Avanos’a 6 km, Ürgüp’e 7 km. uzaklıkta ve Kayseri ana yolu ( İPEK YOLU ) üzerinde bulunmaktadır.
Şirketimiz Kervansaray’ı, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden 49 seneliğine kiralamış ve
“ÖZEL MEKÂN - ÖZEL HİZMET” anlayışı ve sorumluluğu içinde, yine KÜLTÜR ve TOPLANTI MERKEZİ olarak Turizm ve Kültür bakanlığı denetiminde ÖZEL TESİS statüsünde işletmektedir.
Kervansaraylar
Devlet veya hayırsever kişiler tarafından kurulan bu muhkem binalarda kervan ihtiyaçları ücretsiz karşılanırdı. Bunlar, bir şehir içinde olurlarsa, han adını alırdı.
İslamiyetin yayılış dönemlerinde askeri maksatla ve sınır emniyetini korumak için kurulan ribatlar, sonraki devirlerde ticari maksatla kullanıldı ve bu binalara, kervansaray adı verildi. Türklerin Müslüman olmasından sonra, genişleyen İslam toprakları üzerinde ortaya çıkan kervansaraylar, Selçuklular zamanında en gelişmiş şeklini aldı. Anadolu'da bulunan çeşitli ticaret yolları üzerinde yüze yakın kervansaray yapıldı.
Uzaktan bakılınca bir kale gibi görünen, içlerine girildiği zaman kervan kafilelerinin her türlü ihtiyaçlarını karşılayacak bir teşkilata sahib olan bu binalar, Selçuklu sultanları ve yüksek devlet görevlileri tarafından büyük ticaret yolları üzerinde her menzil için, yani 30-40 kilometrelik mesafede bir yaptırılmışlardı. Müslüman doğu ve Hıristiyan batı ülkeleri arasında bir köprü vazifesini gören Anadolu toprakları üzerine, İkinci Kılıç Arslan, Birinci Gıyaseddin Keyhüsrev, Birinci İzzeddin Keykavus ve Birinci Alaeddin Keykubad gibi iktisadi ve ticari hayatın önemini bilen Selçuklu sultanları; Antalya ve Sinop gibi giriş ve çıkış limanlarıyla önemli ticaret merkezlerini birbirine bağlayan ticaret yolları üzerinde büyük kervansaraylar kurdular. Bu merkezlere yerleştirdikleri tüccarlara her türlü yardımda bulundular.
Anadolu'ya gelen yabancı tüccarlara da büyük kolaylıklar gösterdiler. Yollarda herhangi bir şekilde zarar gören, soyguna uğrayan ve malları denizde batan tüccarların zararlarını devlet hazinesinden tazmin ederek, bir nevi devlet sigortası kurduları. Antalya ve Alanya'dan (Alaiyye) başlayıp Isparta, Konya, Aksaray, Kayseri, Sivas, Erzincan ve Erzurum gibi büyük merkezlerden geçerek İran ve Türkistan'a ulaşan doğu-batı istikametindeki yol üzerinde; Konya-Akşehir istikametinden İstanbul'a ve Batı Anadolu vadilerine ulaşan yol üzerinde; Konya, Ankara, Çankırı, Kastamonu, Durağan, Sinop istikametindeki ve Sivas, Tokat, Amasya, Merzifon, Samsun hattıyla Sinop'a ulaşan güney-kuzey ve Elbistan, Malatya, Diyarbakır üzerinden Irak'a giden yollar üzerinde pek çok kervansaray yaptırdılar.
Selçuklular zamanında Anadolu'da kurulan yol güzergahları, Osmanlılar zamanında değişti. Bunun sonucu olarak bazı yerler ticari merkez olma durumunu kaybettiler.
Zaten Ümit Burnu yolunun bulunması ile Hindistan'a ulaşan ticaret yolunun ağırlık merkezi de Atlas Okyanusuna kaymıştı. Anadolu'da ticaretin önemini kaybetmesi üzerine, Selçuklular zamanındaki kervan yolları da ıssızlaştı. Mesela Osmanlı Devletine başşehir olan İstanbul'u, Suriye ve Irak'a bağlayan yol, Konya-Adana istikametini takib ettiği için, Antalya'dan Sivas'a veya Elbistan'dan Kayseri ve Sivas'a giden yollar, bu şehirleri birbirine bağlayan tali yol durumuna düştü. Bu yollar üzerinde bulunan kervansaraylar da ister istemez eski önemini kaybetti. Fakat yeni yol güzergahlarının ortaya çıkması üzerine Osmanlılar da, kervansaray yapımına devam ettiler. İstanbul'u, Suriye üzerinden Mekke ve Medine'ye bağlayan yol üzerinde hac farizasını ifa etmek için giden hacıların her türlü ihtiyaçlarını karşılamak üzere kervansaraylar kurdular.
Zengin ticari malları taşıyan kervanlar için hudut civarında düşman çapulcularından, içeride göçebe ve eşkıya baskınlarından koruyacak emniyetli konak yerleri sağlamak ve yolcuların kondukları ve geceledikleri yerlerde her türlü ihtiyaçlarını temin etmek maksadıyla kurulan kervansaraylarda; yatakhane ve aşhaneler, erzak ambarları, ticari eşya depoları, yolcuların hayvanları için ahırlar, samanlıklar, yolcuların namaz kılmaları için mescidler, kütüphaneler, misafirlerin yıkanması için hamamlar, abdest almaları için şadırvanlar, tedavileri için hastahane ve eczahaneler, ayakkabılarının tamiri ve fakir yolculara yenisinin yapılması için ayakkabıcılar, hayvanları nallamak için nalbantlar, bu teşkilat ve tesisleri idare edecek, gelir ve gider hesaplarını yapacak divan (büro) ve memurları vardı.
Umumiyetle Selçuklu sultanları ve devlet adamları tarafından yaptırılan bu muazzam kervansarayların hepsi vakıftı. Maddi büyüklükleri ve teşkilatları nisbetinde zengin gelir kaynaklarına da sahiptiler.
Bu suretle kervansaraylara inen ve konaklayan tüccar ve her türlü yolcu, zengin fakir; Müslüman gayri müslim kim olursa olsun, orada her türlü ihtiyacını ücretsiz olarak görebilirdi.
Kervansaraylarda hasta yolcular, sıhhat buluncaya kadar tedavi edilir, hayvanlarının tedavisi de baytar (veteriner) tarafından yapılır ve tedavi masrafları vakıf tarafından karşılanırdı. Fakir hastalar, öldüğü takdirde kefen masrafları da vakıf gelirlerinden ödenirdi.
Büyük ve muhkem binalar olan kervansaraylarda akşam olunca kapılar sıkıca kapatılır, vazifeliler tarafından kandiller yakılırdı. Kapı kapandıktan sonra hiç kimse dışarıya çıkarılmaz, fakat dışarıdan gelenler içeriye alınırdı. Şafak atınca davullar çalınır, herkes uyandıktan sonra hancılar; Ey ümmet-i Muhammed! Malınız, canınız, elbiseleriniz ve atınız tamam mı? diye sorarlar, herkes; Tamamdır. Allahü teala hayır sahibine rahmet eylesin. diyerek kervansarayı vakf edene dua ederlerdi. Herkes gerekli yol hazırlıklarını yaptıktan sonra kapılar açılır, misafirlere; Gafil gitmeyin, herkesi arkadaş etmeyin, yürüyün, Allah asan (kolay) getire. diye dua ve nasihatte bulunduktan sonra kervanlar uğurlanırdı.
Sulh zamanında ticari maksatlar için kullanılan kervansaraylar, harb zamanında o belde ahalisinin düşman hücumundan korunmak için sığındığı veya sefer esnasında ordunun konakladığı müstahkem yer olarak da kullanılırdı. Bilhassa hudut boylarına yakın kervansaraylar, hudut kalesi vazifesini görürdü. Aksaray yakınındaki Sultan Hanı, 20.000 askerle kuşatan bir Moğol komutanına iki ay dayanacak ve alınamayacak ölçüde muhkem idi.
İslam dininin misafirperverliğe ve hayırseverliğe verdiği ehemmiyet sonucu, ortaya çıkan kervansarayların bir benzeri, ortaçağ Avrupasında olmadığı gibi, düşüncesi bile mevcut değildi. İslam tarihinin önceki devirlerinde olduğu gibi, Osmanlılarda da bu güzel ve faydalı eserler uzun bir zaman halkın hizmetinde kullanıldılar.